28 Aralık 2010 Salı

Ama hiç sonu gelmiyordu bu yolculukların. Ruhları bir olmuştu küreklerle, ıskarmozlarla, asık yüzlü pruvasıyla geminin, dümen suyuyla bir, yüzlerinin görüntüsünü kıran sularla bir.(G.
seferis)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Keşfüzunûn

17 Aralık 2010 Cuma

bol palmiyeli palmyra'da serfiras kız

homs-hama hangi garajda idiysey (ikizleri karıştırır gibi hiç olmamıştı şehirleri karıştırdığım) yemeklerimizi yediğimiz çantalarımızın üstünde bide sahtesinden kolaları içtikten sonra, cedric in yol arkadaşlığı "it was good to have you girls" cümlesiyle bitti ve o gitti . biz palmyra ya otobüsümüzü beklemeye başladık, garajın daha kötülerini de gördüm ama saatleri oraya varacağımızı söledikleri saati hiç tutmayan otobüsler beni geriyordu... neyse düşünme, gerilme, kaçta varırsak varalım, anı düşün... otobüsteki yabancı olduğunu zorla kapatılan perdeleri açarak düpedüz belli eden bir çift de vardı.. neden bu perdeler, neden izin veriyordu kapanmalarına insanlar, yolda dışarı bakılır... içeri de bakılır da, içine bakılır mı?
cedric arkadaşlarının, palmyra da bir kamp alanında kaldığını söylemişti.. indiğimizde otobüsten gecenin körü "camping, camping" diye orayı arıyorum.. otobüs şöförüne anlatmaya çalışıyorum ki "şeydanın kermit oyuncağını aldınya yap bize bi güzellik kamping alanını de bize nerde!" adam oralı bile değil ! gerçekten ne oralı (palmyralı), ne de biz umrundayız, o kermitle çok mutlu..içimden bu amcalara demekki ucuz petrol vericene oyuncak versen az daha mutlu olurlar diyorum. o sırada marco siz nereye gitcektiniz diye yaklaşıyor, otobüsteki perde örtme eylemine karşı çıkan çiftten erkek olan... şehir merkezine bi gidelimde ordada sorarım kamp alanını, hayır bu kadar tutturuyorum çünkü çölde uyunuyormuş, yıldızların altı, üstü, havuz bile varmış... atladığımız taksici merkeze götürdü hatta para almadı turkiyedeniz diye. bu arada çift o kadar yorgun bitkin gözüküyor ki, tanışmak aklımıza bile gelmedi, o müzenin orda indik , müze şağımızda kaldı tam karşıdaki hostelden koşarak geldiler , buyrun bakın falan diye , kapm alanı varmış burda dedim! sokakda ilerlerken esnaf dışarı çıkıp "hoşgeldiniz nereden" diye sorunca dedim I am turkish.. arkadan cılız bir ses aynı cılızlıktaki belkide "broken" diyebiliceğimiz türkçeyle "aaa siz turk müsünüz, hiç benzemiyorsunuz" dedi. döndüm çifti oluşturan kız, yorgunluktan o kadar geriden geliyordu ki ama döndüşümde biraz bana doğru hızlanmıştı, erkek de şaşırdı, ee bende , şeyda da şaşırdı. "Ee siz" dedim, kız; ben türkiyeliyim ama kürdüm dedi marcoya baktım onun sapsarı saçlarının renkli gözlerinin kaynağını sorarcasına , bende almanyadan dedi yine türkçe. nasıl yaaa dedim o veryansını hemen geçip ee isimleriniz ? Serfiras ve Marco. Çok memnun olduum dedim,başımı önüme eğdim.
yok yok yok öyle bir yer yok... işte o zaman öğrendimki yok diye bir şey yok ancak başka kelimelerle anlatma varıdır... yolda yürüyoruz ara sokakların birine doğru marco uzattı elini "aa lonely planetteki hostel" girdik. halılarla şekillendirilmiş, renklendirilmiş giriş tamamen otantik bir uzamıydı bir rüyanın.. bizim yorgun çifte odalar gösterilirken kürsü gibi masanın ardındaki mekan sahibiyle (çok) sıcak kanlı, güleryüzlü başlayan sohbet bizi garden sonucuna ulaştırdı. Kamp alanı değil garden diyorlarmış onlar... benim var ondan dedi hem havuzu bile var , aha bu o cedric in bahsettiği. serfiras ve marco oda fiyatını pahalı bulunca onlarda bizimle gelmeye karar verdi. haydiiii . vardık isterseniz kendi çadırınızda ki serfirasların kendi çardırı varmış, isterseniz bu çakma "bedevi" çadırında kalabilirsiniz dendi bize ama adam bizi bir türlü bırakmaz. havuz başına yönelindi ve yemek yermisiniz dendi , o değilde ahh o lonely planet syria kitabını alaydık, mavileşeydik, mavileşeydik, mavileşeydik ... çadıra zor bela attığımızda kendimizi çok konuşkan lübnan asıllı fransız gazeteci sordu-cevapladı-sordu-cevapladı ve gün doğumunu izlemeye davet etti.
sonra uyandırdı hadin gidiyoz, saat 5 e geliyor geç bile kaldık, hava aydınlanmış. şeyda bu kısmı çok seviyor; sevgili palmyralı amca bize anlamadığımız dilde saatlerce gibi gelen hiç susmadan cevap alamamasına rağmen konuşuyor. şeyda o amca orda olmasaydı o gün doğumunuda hatırlayamazdık, o gündoğumunu anlatan bir ses efektinden başkaca bişeydi.. ama devesiyle gelip seninle tanışıp, tanışmaya öpüşme de eklemek isteyen genç üstü beyefendi de kabul et seni ayaktaki uykundan uyandırdı... sonunda çadıra gidebildiğimizde yorgun argındık ve uyumak için en güzel saatlerin geçtiğinin farkında değildik. çöl burası ve çadırda terden boğulmak üzere uyandığımda saat hala erkendi .
havuz başında buluştuk serfiras ile. çekingenlik mi uzaklık mı bilemediğim tavrı aynı havuza ayaklarımızı sokunca geçmeye başladı, ayaklar birbirini tanıdı aynı yolun yolcusu bunlar dedi bence. yüzünde gülümsemeler kelebeklenmeye başladı, belki yorgunluğunu uykusuna vermişti. anlatmayı seçti biz sordukça ne, nerede, niçin, ne zaman, nasıl ve kimleri anlattı, yolları anlattı, izleri anlattı, dilleri anlattı. bel tapınağının sol duvarına bakan havuz kenarında, çöl güneşinin yavaşça çöle karışmasını bekledik.. şeydanın halep'de başladığımız bebek rastlarına devam ettik, her durağa bir rasta.
akşam birlikte yemeğe çıktık bizim "özlem pansiyon burada" aklıyla gezici işaretimiz gibi ama kalanlarından restorantta yapmışlar herkes kendi dilinde ben buradaydım, ben ve osman buradaydı gibi yazılar bırakmış... herrr dilde. bizde kürtçe, türkçe ve almanca notlar bıraktık. tabikide özlem pansiyon oradaydı.

13 Kasım 2010 Cumartesi

gizlemek tamamen saklamak değil bir bilmecedeki gibi her bir ayrı alana parçaya yada bölgeye hitap eden kelimeleri ayrı cümlede vermek, yada aynı alana ait kelimeleri başka zamanlarda vermek .. kişisel gidişim defteri

6 Kasım 2010 Cumartesi

tanrıcılık oynadıklarımdan özür dilerim dedi iç(in)den bir ses

26 Ekim 2010 Salı

derviş

dervişleri vardı bu dünyanın
hiç paraya dokunmadan yaşayan
dokunduklarında da rüya yorumlarının karşılığında
tek öğünlük yemeklerini yedikten sonra
halinden anladıkladıklarına verdikleri

18 Ekim 2010 Pazartesi

cedric ile Krak des Chevaliers

17.agustos
cedricle Hama'ya gidiyoruz..plansız programsızlıga katlanabılırım cunku vardıgım yerde, garajda,marajda otobus yoksa aktarma yapacagımız yere, ole deli gibi sinirlenmem, sinirlenene de anlam veremem en kısa ve eglencelisinden gülümsemeye cıkartırım yolu, ee plan yok sınır yok! hama da da ole oldu (seyda hangisiydi hep karıştırıyorum)Homs Hama ... Değirmenler işte..
Nami Ko.. japonyadan katılan arkadaş 6 aydır yollarda, bizim yolumuzda takside kesişti, çok konuşmuyordu zaten, zaten taksidede ne konuşmasını beklediysem, onun teknolojikliğini taksiciye gösterdiği hostel adresini nerden gösterdiğinden anlamalıydım..ilk hostel deneyimimiz olucaktı, dorm denen odayı kapattık zaten..hemende değirmenlere koştuk
dar sokaklardan geçtik kimse yok iftar öncesi millet mutfaklarına çekilmiş durumda. değirmenler ise suriye hayatının panoroması. uzun elbise kıyafetleri, beyaz atletler ve mavi kot pantolonları içinde aqua park havasını verdirdikleri bu değirmen ikilisi "turist" olan kadınlar tarafından izlence olabiliyordu sadece ve bu durum sadece eğlencelik aqua park ortamını show alanına dönüştürmüştü.. cedric arkamızdan kalan degirmenlerle fotoğrafımızı çekmeye çalışırken kollarını iki yana açıp geldi sanki biz ondan bir foto istemişiz, hatta o showun en ünlüsüymüş ve lütfedermiş gibi:) bizde sevindik tabi :) en çok da güldük... bu üne artık fazla dayanamayacağını hissetmiş olmalı ki arkadaşının eski motoruna atlayıp giderken yorgun bir şekilde el salladı..
bizde şehirdeki yüksek tepeye doğru yol aldık daha ünlü insanlarla karşılaşmak üzere.. ama bir yandan acıkıyordum tam tepeye vardık herkes iftara oturmuştu ve bizde mükellef br sofraya konuk edildik.. tabiki murat alemdar eşliğinde. türkiyeden geldiğimiz gerçeği onlarda murat alemdarla tanıdık olma olasığını güçlendiriyordu ve selam söylediler burdan iletmek istiyorum...
sofra mukellef, muhabbet daha keyifliydi.. hiç gitmeyelim istediler hep konuşalım, biz onlara anlatalım onlar bize anlatsın...
baya geç döndük odamıza, yorulmuş, yemeğin üstüne ağırlık çökmüştü..Nami nin arabasının ismi Cedricmiş .. şimdi anlamıştım onunla neden karşılaştığımızı
yarın şatoya gidiyoruz sonrasında palmyra bu düş ve gerçeklerle uyudum


18 ağustos
kaleye giderken dolmuşta sırt çantalarımız için de para ödememiz konusunda ne hissedeceğimi bilemedim. müthiş bir tarih, yaşayan ölü, elibol bir misafirperver, hafızasını paylaşıp yer ve roller verecek kadar içten... taş bu ya ne olabilir ki deyişime cevaplar.. bunu suyla yaptığımı hatılıyorum da, niagara şelalerine giderken su işte ne olabilir ki demiştim.. hava ve ateş kaldı deneyimlemediğim.


iki çocuk tamirhaneden çıktı ve diğeri hızla ilerleyene yetişti, sırtını sıvazladı o da geri döndü..bir cocuk annesigilin uğraştığı şeyden, ona dikkat edememelerinden fırsat bilip yola koştu, minik bir kız elindeki bir şeyle ağaca bişey yapmaya çalışıyordu bunların hepsini otobüsümüz palmyra ya doğru ilerlerken saniyelik bakışlarda gördüm bunlardan kimse haberdar değilken dünya beni bu çocukların yaptıklarına, var olduklarına şahit etmişti..neden hep yolda olmak istediğimi tekrar hatırladım..

Atilla ve Zafer

anlatıcı hikayesini bitirmiş bizde Nawfara kafeden çıkmıştık, hemen ordaki binlerin yürüdüğü merdivenlere oturduk. nehir kenarına oturmuş da akışı izler gibi.. biz bu çocukları nasıl tanıcaz derken arkamı döndüm Atilla..tüm Straight Street yürüyüp mushroom parka geldik siz kimsiniz biz kimiz ha bide özlem kim! onlar arapça öğrenmeye gelmişler ama bir tembelliktir almış başlarını gezmemişler çevrede.. konu yiyecek içeceklere geldiğinde suyu çeşmeden içtiğimizi ne bulursak yediğimizi söyledik alalade bir rahatlıkla! neeee diye bir haykırış, zehirlendiniz mi peki diye bir soru, valla hiç aklımıza öyle şeyler gelmedi dedik ama şeyda o anda tırstı..konu suriyenin sağlık sistemi, hastaneleri, eczaneleri, ilaç fiyatları ve bizim sahip olmadığımız sağlık sigortasına gelince bende gidip ikimize taze sıkılmış portakal suyu aldım üstüne içelim diye.. valla memleketli falan demedik felaket tellallığı yaptıkları için ordan kaçmak istedik! ama çok eğledik ve şeyda susamış gibi türkçe konuşurken ve "dur ben anlatayım" derken çok mutluydu ve sağlık sigortasını unutup maceralarımıza daldık.

saymalı kelimeler

vahed yek
tneyn do
tlate se
erbağa çahar
hamse penj
sidde şeş
sebağa haft
tmene haşt
tsağ nah
aşra dah

26 Ağustos 2010 Perşembe

गेरिसी मी

baslikda `gerisi mi?` yaziyor ... birden arapca yazdi..
evet devami sonradan devam edecek..

गुन्लेर्दें gunler


9 agustos Ankara

Saat 23 otobusteyiz Hatay otobusu. Hataya yada Antakya`ya dogru . Telefonda dakikalarca bu konuya gulmustuk Ozlemle: Antakya-Hatay-Mersin daha gitmeden Turkiyedeki ! yerleri bile karistiriyordum.

Otobuste suyumuzu kendimiz almakla baslamistik kendi islerimizi yapmaya. Koridor tarafindan oturan Seydayi bi su calsana diye uyandiriyordum. Baya gittik gittikce kendime geliyor dinleniyor yenileniyordum. Hic yorulmuyordum oturmaktan. Heycanlandikca heyecanlaniyor gidiyor olmanin dayanilmaz hafifliyiyle otobusun catisindaki koltugumda yayiliyordum sanki Arizona Ruyasinda gibi.

Adanaydik galiba ve pit diye bi cumle cikti agzimdan
`morning keeps the streets and secrets empty` travel songs olusumunun ilk yol cumlesi bir sarkiya basamak olucakti, tabi ozlem dogum gunumde bana mikrofon alacagina soz verdigini hatirlarsa !(Ozleme hatirlatma, kisaca OH: bi aksam gtalkta konusurken sozvermistin bayaaaa gec vakiti:)


10 Agustos Hatay

Sabahin 9 unda sanat cikmazi diye bir kafenin zilini caldik . Couchsurfinden Senem`e aslen yol tarifi icin ulasmistik ama bir sekilde yine baska bir couchsurfer Atilla`nin sayesinde kafeleri oldugunu ogrendik ve hem Hatayi gezelim hemde tanisalim diye ugradik ama kapi acilmayinca Hatayi gezdik. Oooo en sevdigim tatli kunefenin memleketi ve cennette gibi hisediyordum. Nehir sehri eski ve yeni diye ayiriyordu. Yeni sehrin basinda bir muze vardi hemen daldik. Mozaik muzesi diyince aklima Seyda`nin en cok bunu sevdim diye gosterdigi karakter geliyor . Ugradigimiz baska bir kafe sehirdeki uc eski binadan biriydi Hatay Cumhuriyeti zamanindaki meclis binasi , ikincisi simdi belediye olarak kullanilan ve ucuncusu muze binasi. Bir ucgenin koseleri gibi dikiliyolardi. Eski meclisin koltukarini ilk gunku halleriyle dururken eski kopruyu eskidi diye yikmalari da ayri bir durumdu ...
Oglen Sanat Cikmazi`na dogru yol aldik aslen sanata cikan bi cikmaz sokakdaydi. Karsilastigimiz gulen gozler kimsiniz siz diye basladi ...biz kimiz biz kimdik. Dusundugunu bulmus tubi ile dusundugunu bulurken karsilastigi seydaydik. Eski sehri gezdik. Sonra davet edildigimiz aksam yemegini yedik. Yemegin ustune tatli gibi aksam yatiya davet edildik. Biz kimiz siz kimsinizlerle devam ettik. Akordiyon caldim, rasta yaptim. Kedi gibi pencereye oturdum,eski hayatdaydik , eski Hataydaydik , dar sokakdaydik, karsimda eski ev cicek motifleriyle cevrelenmis penceresine bakiyorum.
11 Agustos Halep
Siniri gecmek icin taksilerin oldugu yere giderken daha varmadan hemen bulduk. Sinir ve sinirdan gecmek cok uzundu. Sadece durup endiselenmeden zamanin gecmesini beklemek en iyiisi olmali. Orda dur, burda dur, oraya kagit yaptir buraya kagit yaptir, `Sinirlari asmak` benim icin anlamini hissedememeye basladigim kliselesmeye baslamis iki kelime birlikteligiydi. Tam bunu yazarken defterime `Cilve Gozu sinir kapisi yazisini gordum. Sinirda yasamak, sinir koyu, kasabasi, sehrinde.. sinirlari haritadaki cizgilerden baska bisey olarak ogrenmeyen cocuk, insan herkes sinirlari cizgiden baska birsey sanmaz. Sinira yakin yasamak, sinirlari farkindalik ise apayri olmali. Peki ya sinirda yasayanlarda bu farkindaligi yitirise sinirda yasamanin bir anlami kalmaz diye dusundum. O zaman kimse farkindaligini yitirmemek icin durmasin sinirlara yaklassin ve sinirlardan uzaklassin.
Sonunda son kes durdugumuzu dusunmustum ki taksici bird aha durdu. Bu sefer benzin almak icin. Dikis makinesi, eski motor, duvara monte vantilator.. Siniri gecmistik , yapilar evler cok guzeldi. Halep`de garaja vardik ve Bashar, Majori ve Jamal bizi karsiladi. Bashar Halepdeki hostumuzdu. Parkda digger couchsurferlari beklemeye koyulduk. Leia ve Matilde bize katildi ve Yahya. Takside sohbet koyulasmis ve radyoda calan sarki Natalie`yi cok sevmistik.
12 Agustos
Konuk oldugmuz evde siz kimsizniz, biz kimizler konusuldu, yol hikayeleri anlatildi, yol hikayeleri dinlendi, ud calindi, sarki soylendi: Arkadasim Essek. Anlat anlat devam ettikce baya gec olmustu ertsi gun de gune gec basladik ama biz birazda `okulun ilk gunu` havasinda `yolun ilk gunu` diye tembellige vurmustuk. Aksam ustu saat 3 te Halep`in kalesine vardigimizda kapaliydi. Bizde carsilari gezdik, eski sehir yeni sehir darken renkleri desenleri secerken aksami ettik. Grup yine toplandi ve yemek yedik beraberce. Cedric ve Moritz de katilmisti bugun gruba. Herkes mukavvadaki Ozlem Pansiyon burada yazisini soruyordu. Her anlatisimizda keyifleniyor keyif veriyorduk. Fikire bayiliyorlardi bu insanlarda. Ozlem Pansiyonuda yanimiza alma fikri Hatay`da tamamen beyin firtinasiyla geldi aklimiza . Ayna gibi metalinde suretlerimizi gorunce tepeden bakinca, Seyda hemen peceteye Ozlem Pansiyon Burda diye yazdi ve suretlerimiz ve pecetenin fotografini cekmeye karar verdi. Sonra mukavva alalim yazalim dedik. Daha yaratici biseyler cikana kadar idare ederiz dedik! Yaraticilik yazacagimiz susleyecegimiz isarette degil anlattikca olusuyordu. Turkiyeden gecenler `pansiyon` un ne demek oldugunu biliyor ve neden pansiyon diyorlardi bizde ballandira ballandira anlatiyorduk. Hatta o kadar aklinda kalmiski Cedric`in Bashar`in arkadasi Yahyanin evine gittigimizde hani Ozlem dedi once anlamadim, sonra `cardboard!` dedi eyvaaah dedim. Evde unuttuk neyse dinlensin biraz...

13 Agustos St.Simion
Herkes aslinda icinde , kendinden daha guclu varliklarla iletisim kurma istegindedir , Faust gibi kimi seytanla konusur kimi St Simion gibi Tanriyla. Zaman zamaninda Simion iznivaya cekilmis tepede tum ovaya hakim. Orda uzuuunca stunun ustune cikar tanriyla konusurmus . Bunu duyan zamanin krali `tez oraya bir kilise yapila `demis. Halep`e baya uzakta bu yer, bizdeki minibuslerden daha minikleriyle 16-17 kisi gittik. Konuyu nereye baglasam diye dusunuyorum. Her milletten genc insanin tesadufu oraya birlikte gitmesindeki guzellige mi, tepenin beni benden alisina mi, efil efil esen ruzgara karisan tum o sohbetlere mi ...
14 Agustos
St Simiona giderken birde Kevin katilmisti bize, evde kalabaliklastikca kalabaliklasiyorduk ve Matilde her seferinde `the more, the merrier` , ne kadar cok o kadar mutlu mesut diyordu. Cunku bir hikaye daha demek busuru soru daha demekdi, mukavvadaki arkadasimiz Ozlem Pansiyonu anlatmak demekti.
Halep kalesine Kevin`la gittik . Saatlerce gez gez bitiremedik. Bak bak, dusun dusun, anal anal, gecmsi yaad et yaad et, hayran kal hayran kal.. En cok sevdigim, beni Halepe baglayan seyse Kaleden tum sehrin manzarasiydi. 360 derecede sadece kahve rengi hakimdi tum tonlariyla. Eski evler, kuflenen koyu kahveler manzaraya hareketlilik katiyordu. Surekli 360 derece manzarayi yakalamak icin eksenimde donuyordum. Burasi renksizdi, Ankara gibi ama bu renksizlikde bir duygu vardi, Ankarada hic mi hic bulamadigim.

15 Agustos Sam(Damascus)
Yollarda kendimi evde gibi hissetmemin nedeni gidemeyecek gibiyken gitmek. Gene neredeyse gidemiyordum. Bu sefer Halep. Ama Sam`a dogru yol aldigimizda yine iyi hissediyordum. Suriye icindeki ilk sehirler arasi otobu deneyimimizdi. Bu sefer suyu kendimiz aliyorda degildik. Suyu siseden degil surahiden veriyorlardi muhtemelen cesme suyuydu. Muavin Zekeriya Arapca konusuyor bizde onu anliyorduk. Biz Turkce konusuncada o anliyordu. Tamamen tesadufi anlasiyorduk tabiki de!
Sam`a vardik. Turkiye`den Seyda`nin uzaktan tanidiklari bizi karsiladi, yemeklerini paylasti, uyucak yerimizi hazirladi. Dagdaki egim uzerindeki evlerden en yuksektekindeydik , yeni duygular icindeydik. Sadece oldugumuz yerde kaldik, duduk, dusunduk. Gece bitti.

16 Agustos
Baska bir couchsurfer merkeze yakin oturuyordu. Sehirde dolastiktan sonra onu aradik esyalarimizi biraktik. Bir an once daha cok kesfetmek icin evden ciktik. Halep`de de oyleydi `old city` eski sehir diye bir kismi vardi sehirlerin. Ilk yerlesim, eski evler, pazarlar, dar sokaklar.. Sam`in eski sehrini de kesfetmeye koyulduk. Bab Sarki dogu kapisi, Bab Tuma, Straight Street(tum eski sehirin icinde uzanan cadde), ve Umayyed Camii. Bab Sarki de nereye gidecegimizi dusunurken yardimsever halk bize yardim etti. Nawfara diye bi kafe varmis , birde orda hikaye anlaticisi .. Vardik bi baktik Cedric ayni kafede! Sevindik sasirdik konustuk. Hemen ertesi gun Crac de Chevalier kalaesine gidiyormus. Bizde gelelim mi dedik. Olur dedi.
Hikaye saat 9 da baslicakti o zamana kadar caminin cevresinde dolasalim dedik. Sevgili Seyda Susam Sokagindan Kermit`i buldu ve cok istedi, defteriyle, benimle ve Ozlemle yaptigi sohbetlerine Kermitle yapacagi sohbetleri de ekleyecekti. Kafeye geri donduk, ilk defa nargile deneyecektim ve bir kahve soyledim seyda cay aldi. Kermitte orda bizimle oturuyordu. Onumuzden yuz kere gecen cocuk sonunda konusmayi `neden bir Kermit var burda ` diye baslatti. Sonrada sohbete baslamak icin guzel bir neden dedi. Sonra zaman gelmeden icerde yer kapalim diye iceri gectik. Adi Sam Avustralyadan katiliyor hatiralarimiza. Universiteyi bitirme kutlamasi ise 6 aylik dunya gezisi. Erasmus aklima geliyor, bati, dogu, medeniyet, para, hos goru, dunya gorusu. Tezcan yanimda olsaydi `kiskaniyorsun demi!` derdi. Kiskaniyorum napiyim. O da yaziyor wwww.meandthewanderlust.wordpress.com adresinden sizde bakabilirsiniz kutlama nasil yapilirmis gorursunuz!(Tezcan kizkanmiyorum!: )
Yasli adam gozuktu, dikdortgen kafenin uzun kenarinin ortasindaki yuksekteki taht gibi koltuguna oturdu. Sehbada duran fesini takti, fotokopi hikaye kitabini cikardi. Basladi anlatmaya : Bak gozlerime bak, ey yolcu , ne sanarsin burada olmayi, gelip hikaye dinlemeyi. Giiit evinde rahatca uyu, uyan, corba ic, beyaz fayansli banyolarda yikan. Sen burayi Sam mi sandin, Sen burayi Tebriz mi sandin , sen burayi ipek yolumu sandi. Buraya neyi bulmaya geldin soyle? Yoksa neyi aradigini bulmaya mi geldin? Bak o zaman daha kotu, sen daha cok gideceksin. Ben kac kisiler gordum geldiler, uzaklara gittiler bi daha geri geldiler meger aradiklari buradada degilmis buraya gelen yollardaymis.

Caaat diye bir ses , elindeki sopayi sehbaya vurdu gozum acikken daldigim alemden uyanmak icin gozumu kapattim `seyyidi ya seyyid, daimi ya daimi` diye naralar duydum , anlamadigim dilede devam etti hikaye ....

16 Agustos
Atilla ve Zafer.

ankara

Ankara

Bir efsaneden bahsederken koyun yaslisi der ki `ben kucukken anlatirlardi; buralarda bir dev yasarmis ... `hatirlamak iyidir, hatirlanana iyi gelir’ buradaki cumlelerin her biri hatirlama olacaktir.

Bir metrekare balkonda 4 kisi oturuyor , Üçte biri kadariylada uzatilmis demir kisimda da 3 kisi. Oldukca gec saatte sokak hala capcanli. Cocuklar sokakda, kadinlar sokakda, adamlar dukkanlarinin onunde, balkonlar perdelerle kapali ama isiklar hala yaniyor . balkondan asagi bakiyorum Suriyedeyim ve kendimi evimde hissediyorum. Gitmisim gibi geliyor ama bir yandandan evdeyim.

Zamani icinde yasarken biraz dilsiz gibi. Ama gecince biraz zaman, dillendikce dilleniyor. Tum zaman dilimlerine kafa tutuyor. Diyor ki `birbirinizi gormeden ugurlamisti Dilan taa Bursa`dan penceresinden dokmusu `gelenek ` suyunu… :uzaklardan da ugurlayabilirsin gidenleri .

Sonra o kadar farkli pencereden zaman dilimleri dillendi ki! `Taa bursun aciklandigi gune git, bi hatirla` dedi pencereden uzanan ses. Diger pencereden uzanan `ya basvuru haberini gordugun an !` Surekli daha da kuculen pencerelerden sesler gittikce geriye gotuyordu beni. En bas, baslama noktasi olamayacagina kendimi ikna etmem zaman aldi bu yuzden bu kadar surdu dillerin anlatiklarini hizaya sokup yazmam .

Kendimi kesif seruveninde birsuru deneysel yolla `gelecek` denilen pencereyi acmaya calistim. Genc gezginler seyehat bursu bunu tamamen acikliyor. Bu gerceklesmeden once arkadaslarima da bahsediyordum once hayal geldi onlara sonar hikayelesti. Artik referans konusu olmustu `dusunsene burs olayini bile gerceklestirdim, tabi sende ne istiyorsan yapabilirsin`.

Sonar evimin yanindaki restorantta calismak istiyordum : oldu. Bi bulasikci olarak is bulabilmek ne kadar zor olabilirdi diye dusunulsede ben soliyim zor! Sonra bu is gezime yardim etmesi acisindanda kiymetlendikce kiymetlendi. Konuklarimiz hikayeme hayranlikla kulaklarini birakiyorlardi. Seyehat bursu diye bisey vardi!!! Daha cok insan beni dinliyor gozlerimdeki pariltini kaynagini soruyorlardi. Calisirken baska bir farkindaliga eristim . bir aksam gec vakit tabaklari kuruluyor konuklari izliyor yoldan gecenlere gozlerimi takiyordum. `hep gitmek istedin ama simdi bir hanci oldun, birde bunun tadina bak bakalim`. Evet hanci olmustum. Tubi asagi tubi yukari tubi mutfakta tubi salonda ekmek kizart su doldur. Calismiyordum Bade`m de calisamiyordum bu benim icimden geliyordu is degildi. Gezi ruyalari hep devam etti ama yaptigim ise cok kaptirma surecinde kendimi planlamalarda aksamalar oldu. Ve artik Bade`m den gitmesini de bilmeliydim. Gitmeli kendime zaman vermeli kendime gelmeliydim. Tum insanlarin sahip oldugu `gidememe nedenleri`ni edinmeye baslamistim.. Seydayla kararsizlik asamasinin nedeni yer belirleyemememizdi sadece gitmek istiyorduk, gitmek bize yeterdi …neresi oldugu gittikten sonra anlam kazanacakti aslinda. Dedik hadi Suriyeye gidelim tabi bunda Erasmus Cumhuriyetinin de etkisi var.

8 Ağustos 2010 Pazar

şeydayla

yol öncesi ve incesi, hayaller ve gerçekler aleminde yüzüyoruz.

6 Ağustos 2010 Cuma

napıyon ?
?
shh noldu?

düşünüyorum..
?
düşünmeni gerektiren bi durum mu var şu anda?

....(tezcan)

ve şeyda burda


Sabah telefon çaldı, o taksi durağındayım dedi

5 Ağustos 2010 Perşembe

heyecan böyle oluyomuş ya
elle tutulur bişey (şeyda)

3 Ağustos 2010 Salı

always do the thing that scares you (bandslam)

6 Temmuz 2010 Salı

annem geldi şimdi,
babam evde deil,
babamı aradı,
rasim sen evde deil misin diyo
ya offff
büyüklerin cevabını bildiği soruları neden sorduğunu anlayamıyorum bi türlü (meltem)

4 Temmuz 2010 Pazar

yeni yaşam değil yeni yaşamalar

24 Haziran 2010 Perşembe

İnsan bazen kendini bile tanıyamıyor ben bunu bilir bunu söylerim (beti)

21 Haziran 2010 Pazartesi

her siyahın bir beyazı
gecelerin gündüzü de vardır (mustafa için)

20 Haziran 2010 Pazar

az susup çok içelim (özlem)
iyi de kadın sen de çok hızlı içiyorsun (harun)
ayyyhhhh(harun)

11 Haziran 2010 Cuma

ama gece gibi adam kadını sarıyor

8 Haziran 2010 Salı

sanki tembellik ediyoruz
yani başka herşeye vakit ayırıyoruz ama asıl ruhumuzu besleyen şeyleri ihmal ediyoruz
asil ruhumuzu besleyen şeyleri ihmal ediyoruz
çünkü sanki başarısız olmaktan korkuyoruz
ve bu korku elimizi ayağımızı bağlıyor
o yüzden bir şey yapamıyoruz
sanırım öğrenmemiz gereken şey aceleci olmamak sanatin emek gerektirdiği
yani her sey gibi
güzel çirkin güzel çirkin
mükemmele erişene kadar

yoksa yandik
yani heba olucaz
sıra y la, sen kimsin
ben
ben bir enerjiyim
büyük enejinin halkasıyım
ben olduğum için o enerji
o eneji olduğu için ben varım
reflekslerim çabuk
algılayışım yavaştır
anlamam sa orta düzey
aslen sınıflandırmayı hiç
sevmem
alışmayı hiç sevmem
düzenim düzensizliktir
saçımı koparırım , neden
daha anlamış değilim
gözlerim renkliymiş hiç farkında olmadım
dünyayı kurtarmak derken kastettiğim
dünyayı kendi egolarımdan
kurtarmak olduğunu anlama sürecindeyim
sevmeyi çok severim , kelimelerle
oynamayı da

rastlantıyla raslantısal olmayanın
arasında fark görmem

sayıları sevmem anlatmak isterken
sayı kullanmam , anlatılmak
istenen sayıysa anlamam
ama matematikte sayıları
kelime olarak görür , eğlenirim
sayı vücudunda olduklarına aldırmam

İ Ö 700 yılında Homeros ve
Hesiodos Yunan mit hazinesini
yazıya geçirdiler ve ben dünyaya
geldim.

23 Mayıs 2010 Pazar

a good screenplay is worth repeating 1

gods and monsters

"but do be careful Mr. Boone
freedom is a drug you know
much like any other too much can be a very bad thing " (Mr. jimmy)

"do you believe
people come into our lives for a purpose" (Mr. jimmy)

18 Mayıs 2010 Salı

bebek kokusu

"yola çıktım geldin aklıma, safranbolu yolcusuyum bu aksam, her bayram köye kadar geldiğimiz yolu iki seferden beri ileriye geçiyorum, ötesini görmek güzel ... önce sana ankaraya gelirken ve şimdiki sefer " (kardeşim duygu, nam ı diğer gugi)

14 Mayıs 2010 Cuma

gözü açık

gözün mü bozuk yoksa gördüğüne mi eşlik etmiyor

13 Mayıs 2010 Perşembe

the color of ashes and snow

ben lütfen bana beni bulmamda yardım et

7 Nisan 2010 Çarşamba

stories to the universe

once I found a great tune
tune of the steppes
tune of the throat of the sky of the steppes
he once wrote
the good traveler
has no destination
and is not content
upon arriving
just yesterday I was thinking
about going away
but favouring only the way
not the destination
then he said good to hear from you
I am never more at home
than when I am without a home
traveling suits me
we are all in this together
so save up enough to pack
a backpack and buy a ticket
thats all you need
hey your words are thankyouly great
so pure so real
and so real
karya will be dancing and singing
in an indian sunset drenched cloth
as I slept karya drank in
her song and danced in the
indian sunset with remnant
wisps of smoke
lingering and swirling around
in the hot summer night
And I was at peace



6 Nisan 2010 Salı

evrene cümleler kayit iki

karya bir hint denizinin gün batımıyla ıslanmış kıyafetleri içinde şarkı söylüyor dans ediyor

21 Mart 2010 Pazar

yarına bi bak, bi de şu ana

16 Mart 2010 Salı

evrene hikayeler kayit üç

"Alo?" yerine, "Şah!"(emre tanrıverdi)

'...köylük hayatın keşiflerle dolu olduğuydu. Şundan eminim ki şehir çocuğu denen varlığın bilinçaltına işlenen ilk güdü, çevresindeki insanlarla sonsuz bir mücadele etmek zorunda olduğu.' (bülent b.) !' mantarları ve buna benzer çoğu yaşam formunu bizzat görerek öğrenmiş ve o şekilde varolmuştum.!(bülent b.) 'Her şeyin hayal edildiği ve hiçbir şeyin yaşanamadığı hayatlar biraz sığı kalıyor. '(bülent b.) ' Güney Amerika'yı bir uçtan bir uca katetmek.''(bülent b.)
.....bülentin çocukluk boyu çağırdığı bisikletine...

' Hiçbir ortak noktası bulunmayan hikayelerin kesiştiği yerlerde kendimi evrenin minicik bir parçası gibi hissediyorum, bu da bana huzur ve bahsettiğim farkındalığı katıyor' (mehveş) ' ... 'bursu alırsam, gezi sırasında çektiğim fotoğraflardan bir sergi açmak ve bir geliri olursa bunu önümüzdeki yılın fonuna aktarmak istiyorum.'(mehveş) iceland

'milyonlarca insanla beraber meydana getirdiğim bir döngü' (semih sayın)

'hayatta kalma şansımı artırmak ' (zeynep maya)

rıza için 'gelecekte bir dolu küçük öğrenciye yol aşkını aşılama potansiyeli ' 'Bazen bu konuda hayaller kurar, '(rıza)

' Kırmızı Başlıklı Kız olmak istemişiz hepimiz küçükken, Şehrazat’ın varlığını bile bilmeden...
'(selen)

'Yeryüzünün evrensel mektuplarıdır yollar, ' (özgün uçar)

'Basit bir kaçış değil istediğim, ' (güneş biliciler)

'Bu hayal çok hoşuma gitti.' gökhan için özlem


'özgürlük yine ait olduğu ruhu bulur…' (gaye)

'Ve ben şu an yollara aşığım ' (esra)

'Hep şiirlerdeki, romanlardaki gibi yaşadım.' (mustafa öztürk)

"Yolda olmak". (ümit )


'Başka gibi yaşanan aynılardan,' (murtaza) 'gezeceğimiz yerlerde bir şey mi bıracaktık'(murtaza) ' yer değiştiriyor olmanın' (murtaza)

insan dış dünyasında yaptığı seyahati iç dünyasında da yapabildiği ölçüde seyahat etmiş olur' (Ahmet hoca)


'İyi ki o mail grubuna üye olmuşum. ' (selvi)


'çadırımın içinde, uyku tulumumda dünyaya geldim.'(feyyaz) ' 'duruyorlardı'...' (feyyaz), feyyaz için 'su gibi'(özlem) ''Varlığınız beni mutlu ediyor.'' (feyyaz)

herşeyi okurken feyyazın yazısına yorumlarda adsız , ' bu mudur'a tıklamak nasıl bir zihniyetin eylemi olabilir acep diye düşünüyorum.insan yazıyı okur beğenmezse baska yazıya geçer onu okur."dur ' tam bir ilaç oldu ...


Burada ne işim var? (dilan) ' Yeni sorular için hep yeni mekânlar'(dilan) 'hayatı üstüne düşürme,' (dilan)


'yanıp tutuşuyorum çünkü insan insan diye. '(birge) “iyilik yap, iyilik bul” temasıyla hayata tutunuyorum:)'(birge) 'içimdeki bu gezgincilik ruhumu dizginleyemiyorum. Dizginlemek de istemiyorum.'(birge) 'Ve hiç olmadık bir zamanda, olmadık bir şekilde sizin yazınızla karşılaşıyorum. “Bu bir işaret olmasın?” dedim kendime.' (birge) 'bir de “özellikle” beni bekleyen hikayeler vardır '(birge)



'beklenmeyenle karşılaşmak; '(yiğit) 'en manyagi degilim basvuranlarin.'(yiğit)


'asla yok olmayacak heyecanımla anlatırken '(mustafa) 'Kafamdan atamıyordum,'(mustafa) ' iiçimde öyle bir özlem var ki anlatmam mümkün değil! ' (mustafa)


yılmaz arslantürk için , 'giderken dinlenenlerden' (ozlem)


'Pelin olarak ben; '(pelin) ' yaşamı iyileştirmek '(pelin) 'haraketlilik içinde algılayabilmek'(pelin)

uğurun mesajı için ''hep aklımda kaldı.'' (özlem) ''bir seyyahın tutkusu''(uğur)


''öyle güzel anlatmış ki''(şeyda)

''Sessiz sedasız gittim ve geldim.'' (baki berk) 'Demek ki bıkmamışım.'(baki berk) ''kendimi gerçekten yabancıymış gibi hissetmek,'' (baki berk) ''pürtüklü beton zemin'' (baki berk) ''yapılmamış bir turun hikayesini yazmak'' (baki berk) '''Onları hiç tanımasam da hasret gideririm.'''(baki berk) '''yolu yaşayarak yolculuk eder.''' (baki berk)


gecenin ve sabahın köründe bi insanın onları düşünüp cümleleriyle tanıştığını akıllarının ucundan geçirmemekteler , belkide sabah kalktıklarında anlatmaya değmeyecek kadar sade rüyalarında sokaktan gecen rolündeyim, kadın, erkek, kedi, çöp tenekesi , bilincim onlarla , buket uzuner Balık İzlerinin Sesi ni gözlerimin önünde beliren satırlardan okuyorum sanki...

sanırım bu monologlar bir şarkıya kadar gidecek..