28 Aralık 2010 Salı

Ama hiç sonu gelmiyordu bu yolculukların. Ruhları bir olmuştu küreklerle, ıskarmozlarla, asık yüzlü pruvasıyla geminin, dümen suyuyla bir, yüzlerinin görüntüsünü kıran sularla bir.(G.
seferis)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Keşfüzunûn

17 Aralık 2010 Cuma

bol palmiyeli palmyra'da serfiras kız

homs-hama hangi garajda idiysey (ikizleri karıştırır gibi hiç olmamıştı şehirleri karıştırdığım) yemeklerimizi yediğimiz çantalarımızın üstünde bide sahtesinden kolaları içtikten sonra, cedric in yol arkadaşlığı "it was good to have you girls" cümlesiyle bitti ve o gitti . biz palmyra ya otobüsümüzü beklemeye başladık, garajın daha kötülerini de gördüm ama saatleri oraya varacağımızı söledikleri saati hiç tutmayan otobüsler beni geriyordu... neyse düşünme, gerilme, kaçta varırsak varalım, anı düşün... otobüsteki yabancı olduğunu zorla kapatılan perdeleri açarak düpedüz belli eden bir çift de vardı.. neden bu perdeler, neden izin veriyordu kapanmalarına insanlar, yolda dışarı bakılır... içeri de bakılır da, içine bakılır mı?
cedric arkadaşlarının, palmyra da bir kamp alanında kaldığını söylemişti.. indiğimizde otobüsten gecenin körü "camping, camping" diye orayı arıyorum.. otobüs şöförüne anlatmaya çalışıyorum ki "şeydanın kermit oyuncağını aldınya yap bize bi güzellik kamping alanını de bize nerde!" adam oralı bile değil ! gerçekten ne oralı (palmyralı), ne de biz umrundayız, o kermitle çok mutlu..içimden bu amcalara demekki ucuz petrol vericene oyuncak versen az daha mutlu olurlar diyorum. o sırada marco siz nereye gitcektiniz diye yaklaşıyor, otobüsteki perde örtme eylemine karşı çıkan çiftten erkek olan... şehir merkezine bi gidelimde ordada sorarım kamp alanını, hayır bu kadar tutturuyorum çünkü çölde uyunuyormuş, yıldızların altı, üstü, havuz bile varmış... atladığımız taksici merkeze götürdü hatta para almadı turkiyedeniz diye. bu arada çift o kadar yorgun bitkin gözüküyor ki, tanışmak aklımıza bile gelmedi, o müzenin orda indik , müze şağımızda kaldı tam karşıdaki hostelden koşarak geldiler , buyrun bakın falan diye , kapm alanı varmış burda dedim! sokakda ilerlerken esnaf dışarı çıkıp "hoşgeldiniz nereden" diye sorunca dedim I am turkish.. arkadan cılız bir ses aynı cılızlıktaki belkide "broken" diyebiliceğimiz türkçeyle "aaa siz turk müsünüz, hiç benzemiyorsunuz" dedi. döndüm çifti oluşturan kız, yorgunluktan o kadar geriden geliyordu ki ama döndüşümde biraz bana doğru hızlanmıştı, erkek de şaşırdı, ee bende , şeyda da şaşırdı. "Ee siz" dedim, kız; ben türkiyeliyim ama kürdüm dedi marcoya baktım onun sapsarı saçlarının renkli gözlerinin kaynağını sorarcasına , bende almanyadan dedi yine türkçe. nasıl yaaa dedim o veryansını hemen geçip ee isimleriniz ? Serfiras ve Marco. Çok memnun olduum dedim,başımı önüme eğdim.
yok yok yok öyle bir yer yok... işte o zaman öğrendimki yok diye bir şey yok ancak başka kelimelerle anlatma varıdır... yolda yürüyoruz ara sokakların birine doğru marco uzattı elini "aa lonely planetteki hostel" girdik. halılarla şekillendirilmiş, renklendirilmiş giriş tamamen otantik bir uzamıydı bir rüyanın.. bizim yorgun çifte odalar gösterilirken kürsü gibi masanın ardındaki mekan sahibiyle (çok) sıcak kanlı, güleryüzlü başlayan sohbet bizi garden sonucuna ulaştırdı. Kamp alanı değil garden diyorlarmış onlar... benim var ondan dedi hem havuzu bile var , aha bu o cedric in bahsettiği. serfiras ve marco oda fiyatını pahalı bulunca onlarda bizimle gelmeye karar verdi. haydiiii . vardık isterseniz kendi çadırınızda ki serfirasların kendi çardırı varmış, isterseniz bu çakma "bedevi" çadırında kalabilirsiniz dendi bize ama adam bizi bir türlü bırakmaz. havuz başına yönelindi ve yemek yermisiniz dendi , o değilde ahh o lonely planet syria kitabını alaydık, mavileşeydik, mavileşeydik, mavileşeydik ... çadıra zor bela attığımızda kendimizi çok konuşkan lübnan asıllı fransız gazeteci sordu-cevapladı-sordu-cevapladı ve gün doğumunu izlemeye davet etti.
sonra uyandırdı hadin gidiyoz, saat 5 e geliyor geç bile kaldık, hava aydınlanmış. şeyda bu kısmı çok seviyor; sevgili palmyralı amca bize anlamadığımız dilde saatlerce gibi gelen hiç susmadan cevap alamamasına rağmen konuşuyor. şeyda o amca orda olmasaydı o gün doğumunuda hatırlayamazdık, o gündoğumunu anlatan bir ses efektinden başkaca bişeydi.. ama devesiyle gelip seninle tanışıp, tanışmaya öpüşme de eklemek isteyen genç üstü beyefendi de kabul et seni ayaktaki uykundan uyandırdı... sonunda çadıra gidebildiğimizde yorgun argındık ve uyumak için en güzel saatlerin geçtiğinin farkında değildik. çöl burası ve çadırda terden boğulmak üzere uyandığımda saat hala erkendi .
havuz başında buluştuk serfiras ile. çekingenlik mi uzaklık mı bilemediğim tavrı aynı havuza ayaklarımızı sokunca geçmeye başladı, ayaklar birbirini tanıdı aynı yolun yolcusu bunlar dedi bence. yüzünde gülümsemeler kelebeklenmeye başladı, belki yorgunluğunu uykusuna vermişti. anlatmayı seçti biz sordukça ne, nerede, niçin, ne zaman, nasıl ve kimleri anlattı, yolları anlattı, izleri anlattı, dilleri anlattı. bel tapınağının sol duvarına bakan havuz kenarında, çöl güneşinin yavaşça çöle karışmasını bekledik.. şeydanın halep'de başladığımız bebek rastlarına devam ettik, her durağa bir rasta.
akşam birlikte yemeğe çıktık bizim "özlem pansiyon burada" aklıyla gezici işaretimiz gibi ama kalanlarından restorantta yapmışlar herkes kendi dilinde ben buradaydım, ben ve osman buradaydı gibi yazılar bırakmış... herrr dilde. bizde kürtçe, türkçe ve almanca notlar bıraktık. tabikide özlem pansiyon oradaydı.